Odada bir süre sessizlik vardı; sadece duvar saatinin tik takları, karanlığın içinden sabahı uyandırmaya çalışan cılız bir ses gibi duyuluyordu.
Ondan sonra uyu, uyuyabilirsen. Saat daha yeni altı olmuş... Perdelerin arasından süzülen zayıf bir aydınlık, geceden kalma bir düşün misali duvarlara vuruyor.
Havada şimşekler çakıyor, gök kavga içinde...
Bir kararsızlık hâkim gökyüzünde, sanki doğa kendi içinde bir hesaplaşma yaşıyor. Birinden biri ağlayacak ama bu, kesin yine bulutlar olur.
Ben şimşeklerin hiç ağlayıp üzüldüğünü görmedim.
Sağ elimi göğsümün üzerine koydum. Kendi kendime gülümseyip,
"Emir Allah'ın değil miydi?" dedim. Yüreğimin altında, sanki yerini yeni keşfettiğim bir yabancı gibi duran kalbimin atışlarını hissetmeye çalıştım. Tedirgin ama teslim olmuş bir ruh hâliyle doğruldum.
Her ne kadar bu düşünce ile yerimden kalkıp kendimi dışarıya atsam da, bir yakınımın annesinin vefat haberiyle tekrar düşünceler ölüm merkezine indirgenmişti.
Hava bugün ağır bir hüznü taşıyordu. Gökyüzünün donukluğu, içimde yankılanan sessiz bir ağıt gibi...
Emellerim, ileriye attığım taşlardan ibaretken, yanı başımda duran taş ecel'in ne kadar yakın olduğunu her nefes alış verişimde kendini hissettiriyordu.
Zaman, adımlarını sessizce atan bir hırsız gibi arkamdan sarkıyor, kalbimin ritmini gözetliyordu gibi. Gayri ihtiyari sağ elimi göğsümün tekrar götürüp yüreğimi yokladım.
"Sakin ol" telkininden sonra temiz havayı nefesime çektim.
Sabahın serinliğinde, tenime dokunan her esinti, sanki yaşadığımı ispat etmeye çalışan bir uyarı gibiydi...
Kıymetinden yıllardır bir şey kaybetmeyen Samsun'lu dosta, ortak tanıdığımız olan arkadaşının annesinin vefat haberini verdim...
Ölümün kurtuluş olarak konuştuğumuz sohbeti, "ölelim de kurtulalım artık" sözüyle bağlarken, yepyeni bir konu sızıyordu içeriye...
Tıpkı çatlamış bir duvarın aralığından içeriye dolan rüzgâr gibi; önce hafif, sonra içimi ürperten bir esintiyle. O an fark ettim: Konular değişiyor ama hisler hep aynı kalıyor.
Acı, şekil değiştiriyor belki; ama özü hep orada duruyor, kalbin tam orta yerinde. Gözle görülmeyen bir taş gibi.
Ne zaman kıpırdasan, sızlıyor.
Dışarısı hâlâ griye çalan bir mavi içinde; şimşekler uzaklara çekilmiş ama gökyüzü henüz barışmamış gibiydi. Ağaçlar rüzgârın itişleriyle yana yatıyor, kuşlar dalların arasında sessizliğe bürünüyordu. Sanki her şey bir yas hâlindeydi. Tabiat bile, adı anılmayan bir vedaya boyun eğmişti. İçimden geçenleri susturamadım.
Her düşünce, bir diğerini çağırıyor; bir zincirin halkaları gibi birbirine kenetlenip zihnimi sarıyordu. Sorular, kalbimin kıyısına ilişmiş, cevapsız kurt gibiydi. Oysa ben değil miydim beynimi bu kadar zorlayan, şüphe uyandıran insanlara kapıyı gösteren. Ne oldu da şimdi kendi kendimi tüketiyordum. Kendime bile itiraf edemediğim ne olabilirdi? Ölüm bu kadar yakınken...
Sonra düşündüm...
Biz ne çok şey biriktiriyoruz hayata dair. Planlar, hayaller, yarına ertelenmiş cümleler... Ama hayat, hiçbirini sormuyordu. Bir sabah, kolundaki saat uyarı veriyor, ve sen sadece gözlerini açıyorsun.
O kadar.
Derin bir nefes aldım...
İçime dolan hava biraz soğuktu; ama yaşadığımı hissettiren de o ürpertiydi belki. İnsan bazen soğukla, bazen acıyla, bazen de bir ölüm haberiyle yeniden varlığını duyumsuyor. Yüzümde hafif bir tebessüm belirdi.
Kendime dedim ki,
“şükür bugün de sağlıklıyım"...
Ve sonunda yağmur yağdı.
Rahmet gibi, gökten ağır ağır süzülen bir huzur gibi...
Sanki bütün kâinat, biriken gözyaşlarını döküyor, sessizce ağlıyordu. Ne gök gürültüsü vardı artık, ne de şimşeğin hiddeti.
Yalnızca damlalar…
Ve onların her biri toprağa düştüğünde, içimde bir şeyler yavaş yavaş çözülüyordu.
Rahmet yağmurlarında bir gül gibi ıslandım.
Sanki içimde solmakta olan sabır yeniden tomurcuklandı.
Yağmur, yalnızca toprağı değil; kalbimi de yıkadı.
Dizlerimin bağı çözülür gibi oldu, ama yere çökmedim.
Tam tersine, toprağa biraz daha yaklaştım.
O kokuyu içine çekince, yaşamla ölüm arasındaki o ince çizgiyi daha derin hissettim.
Toprak… ne çok şey saklıyor içinde. Ve ne çok şey anlatıyor, sessizce...
Ismahan çeribaşı
6 EYLÜL (ölümün soğuk yüzü)
Odada bir süre sessizlik vardı; sadece duvar saatinin tik takları, karanlığın içinden sabahı uyandırmaya çalışan cılız bir ses gibi duyuluyordu.
Ondan sonra uyu, uyuyabilirsen. Saat daha yeni altı olmuş... Perdelerin arasından süzülen zayıf bir aydınlık, geceden kalma bir düşün misali duvarlara vuruyor.
Havada şimşekler çakıyor, gök kavga içinde...
Bir kararsızlık hâkim gökyüzünde, sanki doğa kendi içinde bir hesaplaşma yaşıyor. Birinden biri ağlayacak ama bu, kesin yine bulutlar olur.
Ben şimşeklerin hiç ağlayıp üzüldüğünü görmedim.
Sağ elimi göğsümün üzerine koydum. Kendi kendime gülümseyip,
"Emir Allah'ın değil miydi?" dedim. Yüreğimin altında, sanki yerini yeni keşfettiğim bir yabancı gibi duran kalbimin atışlarını hissetmeye çalıştım. Tedirgin ama teslim olmuş bir ruh hâliyle doğruldum.
Her ne kadar bu düşünce ile yerimden kalkıp kendimi dışarıya atsam da, bir yakınımın annesinin vefat haberiyle tekrar düşünceler ölüm merkezine indirgenmişti.
Hava bugün ağır bir hüznü taşıyordu. Gökyüzünün donukluğu, içimde yankılanan sessiz bir ağıt gibi...
Emellerim, ileriye attığım taşlardan ibaretken, yanı başımda duran taş ecel'in ne kadar yakın olduğunu her nefes alış verişimde kendini hissettiriyordu.
Zaman, adımlarını sessizce atan bir hırsız gibi arkamdan sarkıyor, kalbimin ritmini gözetliyordu gibi. Gayri ihtiyari sağ elimi göğsümün tekrar götürüp yüreğimi yokladım.
"Sakin ol" telkininden sonra temiz havayı nefesime çektim.
Sabahın serinliğinde, tenime dokunan her esinti, sanki yaşadığımı ispat etmeye çalışan bir uyarı gibiydi...
Kıymetinden yıllardır bir şey kaybetmeyen Samsun'lu dosta, ortak tanıdığımız olan arkadaşının annesinin vefat haberini verdim...
Ölümün kurtuluş olarak konuştuğumuz sohbeti, "ölelim de kurtulalım artık" sözüyle bağlarken, yepyeni bir konu sızıyordu içeriye...
Tıpkı çatlamış bir duvarın aralığından içeriye dolan rüzgâr gibi; önce hafif, sonra içimi ürperten bir esintiyle. O an fark ettim: Konular değişiyor ama hisler hep aynı kalıyor.
Acı, şekil değiştiriyor belki; ama özü hep orada duruyor, kalbin tam orta yerinde. Gözle görülmeyen bir taş gibi.
Ne zaman kıpırdasan, sızlıyor.
Dışarısı hâlâ griye çalan bir mavi içinde; şimşekler uzaklara çekilmiş ama gökyüzü henüz barışmamış gibiydi. Ağaçlar rüzgârın itişleriyle yana yatıyor, kuşlar dalların arasında sessizliğe bürünüyordu. Sanki her şey bir yas hâlindeydi. Tabiat bile, adı anılmayan bir vedaya boyun eğmişti. İçimden geçenleri susturamadım.
Her düşünce, bir diğerini çağırıyor; bir zincirin halkaları gibi birbirine kenetlenip zihnimi sarıyordu. Sorular, kalbimin kıyısına ilişmiş, cevapsız kurt gibiydi. Oysa ben değil miydim beynimi bu kadar zorlayan, şüphe uyandıran insanlara kapıyı gösteren. Ne oldu da şimdi kendi kendimi tüketiyordum. Kendime bile itiraf edemediğim ne olabilirdi? Ölüm bu kadar yakınken...
Sonra düşündüm...
Biz ne çok şey biriktiriyoruz hayata dair. Planlar, hayaller, yarına ertelenmiş cümleler... Ama hayat, hiçbirini sormuyordu. Bir sabah, kolundaki saat uyarı veriyor, ve sen sadece gözlerini açıyorsun.
O kadar.
Derin bir nefes aldım...
İçime dolan hava biraz soğuktu; ama yaşadığımı hissettiren de o ürpertiydi belki. İnsan bazen soğukla, bazen acıyla, bazen de bir ölüm haberiyle yeniden varlığını duyumsuyor. Yüzümde hafif bir tebessüm belirdi.
Kendime dedim ki,
“şükür bugün de sağlıklıyım"...
Ve sonunda yağmur yağdı.
Rahmet gibi, gökten ağır ağır süzülen bir huzur gibi...
Sanki bütün kâinat, biriken gözyaşlarını döküyor, sessizce ağlıyordu. Ne gök gürültüsü vardı artık, ne de şimşeğin hiddeti.
Yalnızca damlalar…
Ve onların her biri toprağa düştüğünde, içimde bir şeyler yavaş yavaş çözülüyordu.
Rahmet yağmurlarında bir gül gibi ıslandım.
Sanki içimde solmakta olan sabır yeniden tomurcuklandı.
Yağmur, yalnızca toprağı değil; kalbimi de yıkadı.
Dizlerimin bağı çözülür gibi oldu, ama yere çökmedim.
Tam tersine, toprağa biraz daha yaklaştım.
O kokuyu içine çekince, yaşamla ölüm arasındaki o ince çizgiyi daha derin hissettim.
Toprak… ne çok şey saklıyor içinde. Ve ne çok şey anlatıyor, sessizce...
Ismahan çeribaşı
Ekleme
Tarihi: 06 Eylül 2025 -Cumartesi
6 EYLÜL (ölümün soğuk yüzü)
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.