Davut Yatkın
Köşe Yazarı
Davut Yatkın
 

Hasan El-Benna’dan Muhammet Mursi’ye

                                          1906 da mısırda doğdu. Babası saatçilik mesleğini icra ediyor aile geçimini bu yolla sağlıyordu.   Daha sekiz yaşlarındayken Kur’an’ı Kerim’in yarısını ezberlemiş ayrıca Arap edebiyatı okuyordu. ilkokulu bitirdikten sonra bir nevi küçük Ezher de denilen Darul-ulum’a kaydoldu. Kendisini hem derslere veriyor hem de babasının Kahire’deki küçük saatçi dükkanına giderek ona yardımda bulunuyordu.          Hayatını ilme adamış daha ilköğretim çağında çeşitli cemiyet ve kuruluşlarda bulunmuş aktif görev almıştı. Dönemin âlimlerin dizlerinin dibinden ayrılmıyordu.    Ülkesi İngilizlerin işgali altında hem maddi hem de manevi yönden sömürü içindeydi. Ama o yoğun bir faaliyet içinde dönemin tanınmış alimlerini bir araya topladı.       Öğrencilik yıllarında bir elin parmak sayılarını geçmeyen arkadaş gurubuyla camileri,  dernekleri, kahvehaneleri, çeşitli cemiyetleri kapı kapı dolaşarak 15-20 dakikalık anlatımlarla halkın bilinçlenmesi için çabalıyordu. Bütün gayesi ilahi kelimetullah çerçevesinde İslamı anlatmaktı. Kah kovuldu, kah itildi, kah küfür yedi ama o yılmadı.             Ve 1928 yılının Mart ayında bir gurup arkadaşlarıyla beraber bir evde toplanarak İhvan-ı Müslim’in Müslüman kardeşler teşkilatının temellerini attı. Teşkilatının hedefine dengeli ve adil bir toplum modelinin inşa edilmesini koymuş ve faaliyetlerini dinî, sosyal, kültürel, ekonomik ve sportif alanlar gibi birçok farklı alana yaymıştı. Ancak şer güçleri boş durmamış Mısır hükümetiyle beraber teşkilata baskılar yapmış o ve arkadaşları defalarca tutuklanmışlardır.            6 Mayıs 1948'de teşkilatın Mısır ve Arap ülkelerine Yahudilerle savaş konusunda yaptığı Cihad çağrısı ve Filistin'e gönderdiği çok sayıdaki taraftar, teşkilatın mevcut hükümet tarafından yasadışı ilan edilmesine, hatta 12 Ocak 1949'da da kapatılmasına yol açmıştır. Teşkilatın kapatılması üzerine, kurucusu olduğu Şübbânü'l-Müslimîn'de faaliyet göstermeye başlayan Hasan el-Bennâ, 12 Şubat 1949 günü teşkilat merkezinden evine dönüşü sırasında otomobiline açılan ateş sonunda hayatını kaybetmiştir.   Hükümet her ne kadar suikastı örtbas etmek gayesiyle basın kuruluşlarına sıkı bir sansür uygulamışsa da, 1952 yılında yeniden başlatılan soruşturma ve yargılama sürecinde gizli polis teşkilatının üç mensubu suçlu bulunmuştur.                     İslam'ın hayatın bütün yönlerini kuşatan kapsayıcı bir dünya görüşü olduğunu dile getiren Bennâ, İslam'ın ana öğretisini üç ana tez etrafında toplamıştır. Bunlardan ilki, İslam'ın bağlayıcı yanının Kuran ve sahih hadisler olduğunun vurgulanması ve İslam'a sonradan girmiş olan yanlış yorum ve bidatlara karşı Müslümanların bilinçlendirilmesi gerektiğidir. İkinci ilke, bu saflaştırılma fikrinin İslam'ın modern hayatın ihtiyaçlarına cevap verebileceği fikriyle birleştirilmesi, üçüncü ilke ise, bu prensiplerden yola çıkılarak İslâmî esasları hayata geçirecek şekilde belli bir dayanışma ruhu içinde teşkilatlanılmasıdır. Hasan el-Bennâ bu çerçevede halk arasında yaygın olan cincilik, büyücülük ve falcılık gibi hurafelerin yanı sıra, muhtelif tasavvuf ve tarikat hareketlerini de sorgulamıştır.                  İhvan-ı Müslimîn'in Hasan el-Bennâ'dan sonraki en güçlü temsilcisi ise, harekete 1951 yılında katılan Seyyid Kutub olmuştur.   İşte bu teşkilat davasını sürdürmüş çizgisinden sapmamıştır.   Yine bu davanın som temsilcisi olan Mısır’ın seçilmiş meşru cumhurbaşkanı Muhammet Mursi altı yıllık tutukluluk sürecinden sonra çıkarıldığı mahkeme salonunda şüpheli bir şekilde hayatını kaybetmiştir.   Tıpkı İmam-ı Azam Ebu Hanife, Hasan El Benna gibi  öldürülmüş cenazeleri sessiz bir şekilde defnedilmiştir.   Ne mutlu onlara ki şerefsiz bir şekilde yaşamaktansa şerefli bir ölümü tercih etmişlerdir.   Mısır kuklası Sisi gibi, Ebu Cafer el-Mansur  gibi firavunlara boyun eğmemişler hatta naaşları zalim, diktatör yöneticilerin başına bela olmuştur.   Allah şehadetlerini kabul etsin.   Allah yolunda öldürülenlere “ölüler” demeyin! Onlar diridirler, ama siz fark edemezsiniz.(Bakara 154)   dyjurnal@gmail.com
Ekleme Tarihi: 20 Haziran 2019 - Perşembe

Hasan El-Benna’dan Muhammet Mursi’ye

                                       

 

1906 da mısırda doğdu. Babası saatçilik mesleğini icra ediyor aile geçimini bu yolla sağlıyordu.

 

Daha sekiz yaşlarındayken Kur’an’ı Kerim’in yarısını ezberlemiş ayrıca Arap edebiyatı okuyordu. ilkokulu bitirdikten sonra bir nevi küçük Ezher de denilen Darul-ulum’a kaydoldu. Kendisini hem derslere veriyor hem de babasının Kahire’deki küçük saatçi dükkanına giderek ona yardımda bulunuyordu.

 

       Hayatını ilme adamış daha ilköğretim çağında çeşitli cemiyet ve kuruluşlarda bulunmuş aktif görev almıştı. Dönemin âlimlerin dizlerinin dibinden ayrılmıyordu.

 

 Ülkesi İngilizlerin işgali altında hem maddi hem de manevi yönden sömürü içindeydi. Ama o yoğun bir faaliyet içinde dönemin tanınmış alimlerini bir araya topladı.

 

    Öğrencilik yıllarında bir elin parmak sayılarını geçmeyen arkadaş gurubuyla camileri,  dernekleri, kahvehaneleri, çeşitli cemiyetleri kapı kapı dolaşarak 15-20 dakikalık anlatımlarla halkın bilinçlenmesi için çabalıyordu. Bütün gayesi ilahi kelimetullah çerçevesinde İslamı anlatmaktı. Kah kovuldu, kah itildi, kah küfür yedi ama o yılmadı.

 

          Ve 1928 yılının Mart ayında bir gurup arkadaşlarıyla beraber bir evde toplanarak İhvan-ı Müslim’in Müslüman kardeşler teşkilatının temellerini attı. Teşkilatının hedefine dengeli ve adil bir toplum modelinin inşa edilmesini koymuş ve faaliyetlerini dinî, sosyal, kültürel, ekonomik ve sportif alanlar gibi birçok farklı alana yaymıştı. Ancak şer güçleri boş durmamış Mısır hükümetiyle beraber teşkilata baskılar yapmış o ve arkadaşları defalarca tutuklanmışlardır.

 

         6 Mayıs 1948'de teşkilatın Mısır ve Arap ülkelerine Yahudilerle savaş konusunda yaptığı Cihad çağrısı ve Filistin'e gönderdiği çok sayıdaki taraftar, teşkilatın mevcut hükümet tarafından yasadışı ilan edilmesine, hatta 12 Ocak 1949'da da kapatılmasına yol açmıştır. Teşkilatın kapatılması üzerine, kurucusu olduğu Şübbânü'l-Müslimîn'de faaliyet göstermeye başlayan Hasan el-Bennâ, 12 Şubat 1949 günü teşkilat merkezinden evine dönüşü sırasında otomobiline açılan ateş sonunda hayatını kaybetmiştir.

 

Hükümet her ne kadar suikastı örtbas etmek gayesiyle basın kuruluşlarına sıkı bir sansür uygulamışsa da, 1952 yılında yeniden başlatılan soruşturma ve yargılama sürecinde gizli polis teşkilatının üç mensubu suçlu bulunmuştur.

 

                  İslam'ın hayatın bütün yönlerini kuşatan kapsayıcı bir dünya görüşü olduğunu dile getiren Bennâ, İslam'ın ana öğretisini üç ana tez etrafında toplamıştır. Bunlardan ilki, İslam'ın bağlayıcı yanının Kuran ve sahih hadisler olduğunun vurgulanması ve İslam'a sonradan girmiş olan yanlış yorum ve bidatlara karşı Müslümanların bilinçlendirilmesi gerektiğidir. İkinci ilke, bu saflaştırılma fikrinin İslam'ın modern hayatın ihtiyaçlarına cevap verebileceği fikriyle birleştirilmesi, üçüncü ilke ise, bu prensiplerden yola çıkılarak İslâmî esasları hayata geçirecek şekilde belli bir dayanışma ruhu içinde teşkilatlanılmasıdır. Hasan el-Bennâ bu çerçevede halk arasında yaygın olan cincilik, büyücülük ve falcılık gibi hurafelerin yanı sıra, muhtelif tasavvuf ve tarikat hareketlerini de sorgulamıştır.

 

               İhvan-ı Müslimîn'in Hasan el-Bennâ'dan sonraki en güçlü temsilcisi ise, harekete 1951 yılında katılan Seyyid Kutub olmuştur.

 

İşte bu teşkilat davasını sürdürmüş çizgisinden sapmamıştır.

 

Yine bu davanın som temsilcisi olan Mısır’ın seçilmiş meşru cumhurbaşkanı Muhammet Mursi altı yıllık tutukluluk sürecinden sonra çıkarıldığı mahkeme salonunda şüpheli bir şekilde hayatını kaybetmiştir.

 

Tıpkı İmam-ı Azam Ebu Hanife, Hasan El Benna gibi  öldürülmüş cenazeleri sessiz bir şekilde defnedilmiştir.

 

Ne mutlu onlara ki şerefsiz bir şekilde yaşamaktansa şerefli bir ölümü tercih etmişlerdir.

 

Mısır kuklası Sisi gibi, Ebu Cafer el-Mansur  gibi firavunlara boyun eğmemişler hatta naaşları zalim, diktatör yöneticilerin başına bela olmuştur.

 

Allah şehadetlerini kabul etsin.

 

Allah yolunda öldürülenlere “ölüler” demeyin! Onlar diridirler, ama siz fark edemezsiniz.(Bakara 154)

 

dyjurnal@gmail.com

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve gebzeninsesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.