Yeni Köşe Yazısı

Gündem 01.04.2020 - 23:05, Güncelleme: 01.12.2021 - 19:23 2224+ kez okundu.
 

Yeni Köşe Yazısı

Nurullah Genç’i bu şiirini tekrar tekrar okuyorum bu sıralar. Bazen bazı şiirler, bazı müzikler dolanır insanın diline, döner durur zihninde.
“Hasbahçesinde ömrün yakın olmaz bana gül Bîzârım ümidime kurulan her tuzaktan Tutuştu o lâcivert hayâle düşen kâkûl Bakanlar baktı sana; ben uzaktan uzaktan”   Birbirimize uzaktan uzaktan baktığımız zamanlar yaşıyoruz. Türk milleti olarak alışık olmadığımız bir hal. Biz anne babamıza, çocuklarımıza, dostlarımıza sevgimizi sarılarak, dokunarak, bir vesileyle temas ederek gösteren bir toplumuz. Anne babamızı gördüğümüzde ellerini öperiz, onlar da bizi sımsıkı sararak kucaklarlar. Bir dostumuzla karşılaştığımızda hemen sarılır sırtımıza vururuz küçük el darbeleriyle. Küçük bir çocuk gördüğümüzde saçını okşayarak sevgimizi gösteririz ona. Ve daha birçok örnek verebiliriz bu hususta.   Oysa şimdi tüm bu hasletlere uzak yaşıyoruz. Dokunmaktan, sarılmaktan uzağız. Artık belli bir mesafeden bakıyoruz birbirimize. Uzaktan uzaktan…   Eğitim sürecimiz de uzaktan eğitime dönüştü bu aşamada. Sınıfın, sıranın, tahtanın, öğretmenin ve öğrencinin aynı ortamda bulunduğu o sıcak havadan da mahrum kaldık. Bu kadar ajite etmenin de manası var mı, bilmiyorum. Çünkü teknoloji çağına doğan çocuklar bu durumdan hiç şikayetçi değil. Bizleri, arkadaşlarını, işleyeceği konuları sanal bir ortamdan seyretmekten gayet memnunlar. Kitap kokusunu duymadan, sayfaları çevirmenin keyfine varmadan pdf şeklinde bir roman bile okuyamayan bizler bu nesli anlamakta zorlanıyoruz belki.   Bir gün görev yaptığım bir okulda öğrencilerimizi sinemaya götürecektik. Birçok öğrenci katıldı. Ama katılmayan öğrenciler de vardı. Etkinliğin ertesi günü sinemaya gelmeyen 5. sınıftaki bir öğrencime sordum: Niye sinemaya gelmedin? “Öğretmenim, internet bana istediğim filmi, istediğim kalitede izleme imkanı sunuyor. Reklam ve ara gibi sıkıntılar da yok. İstediğim zaman durdurup devam edebiliyorum. Rahat bir odam var. Güzel bir bilgisayarım var. Yanımda bedava çayım, kahvem, kurabiyem var. Niye sinemaya geleyim ki?”   “Evet, evinde her şeyin var. Ama arkadaşların yok.” dediğimde biraz etkilendiğini gördüm ve bir sonraki etkinlik için söz aldım. Kendince haklı sebepleri vardı. Çünkü çocuklar zaten çoktan birbirinden uzaklaşmıştı.   Şehir hayatında birbirinden uzaklaşan insanların, bu betonların ve teknolojinin ortasına doğan çocukların başka türlü olması da beklenemezdi belki. Şimdi biz mi onlara ayak uydurmalıyız, yoksa onları “insan insanın yurdudur” felsefesince, “komşu komşunun külüne muhtaçtır düsturunca” mı yetiştirmeliyiz?   Bilgisayar ekranından yapılan derste görüntümüz var, ses var, binlerce materyal var. Ama sınıftaki duygu webcam’e sığmıyor. Soruya doğru cevap veren bir öğrencinin saçını okşayıp “aferin” diyemiyorsun. Ya da daha büyük sınıflardaki öğrencilerin omuzlarına elini atıp, hal hatır sorup muhabbet edemiyorsun. Her şey uzaktan uzaktan …   Necip Fazıl’ın “apartman” şiiri de bu uzaklıktan bahseder. “Üst üste insan türü/ Bu ne hayat, götürü/ Yakınlıktan ötürü/ Kaçıp gitmiş yakınlık.”   Evet, artık birbirimize o kadar yakınız ki birbirimize ulaşamıyoruz. Evler arasında onlarca, yüzlerce metre varken birbirlerine çay, yemek, tebrik gibi birçok vesile ile ziyarete giden insanlar kapı komşusunu tanımıyor artık.   Bir mektubun gideceği yere ulaşması aylar alan günlerde sık sık mektuplaşan akrabalar, dostlar, sevgililer sesiyle ve görüntüsüyle anında ulaşabildikleri yakınlarını eskisi kadar arayıp sormuyorlar.   Eskiden “özlemek” diye bir duygu vardı. Bu duygu insanların içini yakar, insanları pişirir, olgunlaştırırdı. Şimdi birbirimizi özleyecek fırsat bulamıyoruz. Ve git gide birbirimizden uzaklaşıyoruz.
Nurullah Genç’i bu şiirini tekrar tekrar okuyorum bu sıralar. Bazen bazı şiirler, bazı müzikler dolanır insanın diline, döner durur zihninde.

“Hasbahçesinde ömrün yakın olmaz bana gül
Bîzârım ümidime kurulan her tuzaktan
Tutuştu o lâcivert hayâle düşen kâkûl
Bakanlar baktı sana; ben uzaktan uzaktan”

 

Birbirimize uzaktan uzaktan baktığımız zamanlar yaşıyoruz. Türk milleti olarak alışık olmadığımız bir hal. Biz anne babamıza, çocuklarımıza, dostlarımıza sevgimizi sarılarak, dokunarak, bir vesileyle temas ederek gösteren bir toplumuz. Anne babamızı gördüğümüzde ellerini öperiz, onlar da bizi sımsıkı sararak kucaklarlar. Bir dostumuzla karşılaştığımızda hemen sarılır sırtımıza vururuz küçük el darbeleriyle. Küçük bir çocuk gördüğümüzde saçını okşayarak sevgimizi gösteririz ona. Ve daha birçok örnek verebiliriz bu hususta.

 

Oysa şimdi tüm bu hasletlere uzak yaşıyoruz. Dokunmaktan, sarılmaktan uzağız. Artık belli bir mesafeden bakıyoruz birbirimize. Uzaktan uzaktan…

 

Eğitim sürecimiz de uzaktan eğitime dönüştü bu aşamada. Sınıfın, sıranın, tahtanın, öğretmenin ve öğrencinin aynı ortamda bulunduğu o sıcak havadan da mahrum kaldık. Bu kadar ajite etmenin de manası var mı, bilmiyorum. Çünkü teknoloji çağına doğan çocuklar bu durumdan hiç şikayetçi değil. Bizleri, arkadaşlarını, işleyeceği konuları sanal bir ortamdan seyretmekten gayet memnunlar. Kitap kokusunu duymadan, sayfaları çevirmenin keyfine varmadan pdf şeklinde bir roman bile okuyamayan bizler bu nesli anlamakta zorlanıyoruz belki.

 

Bir gün görev yaptığım bir okulda öğrencilerimizi sinemaya götürecektik. Birçok öğrenci katıldı. Ama katılmayan öğrenciler de vardı. Etkinliğin ertesi günü sinemaya gelmeyen 5. sınıftaki bir öğrencime sordum: Niye sinemaya gelmedin? “Öğretmenim, internet bana istediğim filmi, istediğim kalitede izleme imkanı sunuyor. Reklam ve ara gibi sıkıntılar da yok. İstediğim zaman durdurup devam edebiliyorum. Rahat bir odam var. Güzel bir bilgisayarım var. Yanımda bedava çayım, kahvem, kurabiyem var. Niye sinemaya geleyim ki?”

 

“Evet, evinde her şeyin var. Ama arkadaşların yok.” dediğimde biraz etkilendiğini gördüm ve bir sonraki etkinlik için söz aldım. Kendince haklı sebepleri vardı. Çünkü çocuklar zaten çoktan birbirinden uzaklaşmıştı.

 

Şehir hayatında birbirinden uzaklaşan insanların, bu betonların ve teknolojinin ortasına doğan çocukların başka türlü olması da beklenemezdi belki. Şimdi biz mi onlara ayak uydurmalıyız, yoksa onları “insan insanın yurdudur” felsefesince, “komşu komşunun külüne muhtaçtır düsturunca” mı yetiştirmeliyiz?

 

Bilgisayar ekranından yapılan derste görüntümüz var, ses var, binlerce materyal var. Ama sınıftaki duygu webcam’e sığmıyor. Soruya doğru cevap veren bir öğrencinin saçını okşayıp “aferin” diyemiyorsun. Ya da daha büyük sınıflardaki öğrencilerin omuzlarına elini atıp, hal hatır sorup muhabbet edemiyorsun. Her şey uzaktan uzaktan …

 

Necip Fazıl’ın “apartman” şiiri de bu uzaklıktan bahseder. “Üst üste insan türü/ Bu ne hayat, götürü/ Yakınlıktan ötürü/ Kaçıp gitmiş yakınlık.”

 

Evet, artık birbirimize o kadar yakınız ki birbirimize ulaşamıyoruz. Evler arasında onlarca, yüzlerce metre varken birbirlerine çay, yemek, tebrik gibi birçok vesile ile ziyarete giden insanlar kapı komşusunu tanımıyor artık.

 

Bir mektubun gideceği yere ulaşması aylar alan günlerde sık sık mektuplaşan akrabalar, dostlar, sevgililer sesiyle ve görüntüsüyle anında ulaşabildikleri yakınlarını eskisi kadar arayıp sormuyorlar.

 

Eskiden “özlemek” diye bir duygu vardı. Bu duygu insanların içini yakar, insanları pişirir, olgunlaştırırdı. Şimdi birbirimizi özleyecek fırsat bulamıyoruz. Ve git gide birbirimizden uzaklaşıyoruz.

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve gebzeninsesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.